Ayasofya Müzesi ve Yerebatan Sarnıcı | Kapadokya Üniversitesi


Ayasofya Müzesi ve Yerebatan Sarnıcı



Başlangıç Tarihi: 18.11.2018
Saati: 12.00
Yerleşke: Sabiha Gökçen Yerleşkesi
Yapılacağı Yer: Tarihi Yarımada
Bitiş Tarihi: 18.11.2018
Etkinlik Türü: Kültürel Gezi
Düzenleyen Birim: Sağlık Kültür ve Spor Birimi

Servis Kalkış Yeri: Sabiha Gökçen Yerleşkesi

Hareket Saati: 12:00

Öğrenciler İçin İndirimli Müzekart Ücreti: 30 TL

Yerebatan Sarnıcı Öğrenci Giriş Ücreti: 5 TL

Etkinlik Puanı: 5

Ayasofya

Mimarlık tarihi açısından dönüm noktası yapılardan biri olan Ayasofya her şeyden önce boyutlarıyla ve mimarî kuruluşuyla etkileyicidir. Gerçi Bizans'ın erken devirlerinde kapladığı alan bakımından Ayasofya'dan daha büyük bazilikal planlı kiliseler vardır, ancak bunlar üç nefe bölünmüş uzun bir salona benzerler. O günün dünyasında hiçbir bazilika Ayasofya'nın kubbesinin boyutunda bir kubbe ile örtülü ve böylesine bütünlüklü bir iç mekâna sahip değildi. Daha büyük bir kubbe ise Roma kentinde, Panteon'da vardı fakat silindir biçimimde çok kalın bir duvara oturan kubbe sadece 'büyüktü’. Ayasofya'nın dört büyük paye ile taşınan kubbesi, Panteon'un kubbesinden daha küçük olsa da yarım kubbeler, tonozlar ve kemerlerden oluşan sofistike bir sistem sayesinde çok daha geniş bir alanı örtmekte, çok daha etkileyici bir iç mekân yaratmaktadır. Sürekli taşıyıcı olarak beden duvarına oturan bir kubbeyle karşılaştırıldığında yalnızca dört tek taşıyıcıya oturan bu boyutta bir kubbe, tasarım, teknik ve estetik olarak bir devrim niteliğindedir. Ayasofya'nın kubbesi orta nefin yarısını örtüyorsa da iki yarım kubbe ile öyle bir tamamlanmıştır ki yapının içine girildiğinde bütün iç mekâna hâkim olan bir kubbe algılanır.

Bazilika ise tamamen gizlenmiştir. Bu dâhice tasarım yapıyı eşsiz ve etkileyici kılan unsurdur. "Gökyüzünde asılıymış gibi duran" kubbeden akan ışık selinin bütün duvarları kaplayan mozaik üzerindeki ışık oyunları olağanüstü mimarî bir tasarım ile birlikte etkileyici bir atmosfer yaratmaktadır. Ayasofya'nın ziyaretçilerinde iz bırakan ve efsaneleşen yanı tek kubbenin altında bütünleşen, entelektüel bir mimarî zekâ ile kurgulanmış çok geniş bir iç mekân ile onun büyüleyici atmosferidir.

532 yılındaki Nika Ayaklanması sırasında tahrip edilen bazilikal planlı bir kilisenin yerine inşa edilen devrim niteliğindeki bu yeni yapıyı, İmparator Iustinianos’un projeyi öncesinde hiçbir mimarî pratiği olmadığı düşünülen, dolayısıyla sınırları alışılagelmiş mimarlık gelenekleri yerine teorik hesaplamalara göre zorlayan Isidoros ve Anthemios gibi iki dahiye yaptırmasına borçluyuz.

Fakat Ayasofya etkileyici bir yapı olmanın ötesinde bir anlam taşır. Gerçekte bu anlam ve onu güçlendiren etki, onu yaptıran imparatorun bilinçli bir seçimidir. Merkezî kubbe Roma mimarisinde imparatorluk ideolojisini, yani “tek imparator” ve “tek imparatorluğu” temsil eder. Antik Roma'da Panteon bu mesajı kitlelere ilan eden yapıydı. Doğu Roma İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopolis'e (Nova Roma) de gerçek işlevinin ötesinde Panteon'un imparatorluk sembolizmini taşıyacak nitelikte bir yapı gerekliydi.

Yine de Ayasofya salt böyle bir gereksinime yanıt veren, güçlü bir imparatorun yaptırdığı büyük bir yapı değildir. O, aynı zamanda "dünyanın yeni merkezini" de işaret eder. Ayasofya'nın yapılması, İustinianos’un bütün Akdeniz'i veya o günün bütün dünyasını yeniden Roma İmparatorluğu altında birleştirme girişimi ile örtüşmektedir ve bu vizyonun mimarlık alanındaki güçlü bir yansımasıdır. Yapı, büyük bir iddianın somutlaşmasıdır ve boyutlarının ötesinde, biçimi de bu iddiaya göre şekillenmiştir. Yeni "Pax Romanum" bütün dünyayı sancağı altında bütünleştirmekle kalmayacak, tek din altında da toplayacaktır; çünkü o aynı zamanda bir Hıristiyan imparatorluğudur.

Tek tanrı, tek din, tek imparator yeni Pax Romanum'un 6.yy.da dünyaya sunduğu formüldür. Bu düşünce Ayasofya'nın görülmemiş büyüklükteki iç mekânını altında bütünleştiren kubbede cisimlenmekte, bu yapıya giren ve hatta uzaktan, kent surları dışından gören herkes tarafından en şiddetli biçimde duyumsanmakta, bir mesaj olarak herkese taşınmaktadır. Her döneminde yapıyı ziyaret edenlerin anlattıkları izlenimler bunun en önemli kanıtını oluşturur.

Ayasofya, İstanbul ile özdeşleşmiştir. Bizans döneminde bu büyük imparatorluk kilisesi hıristiyanlaşan Roma İmparatorluğu'nun (Bizans) başkenti Konstantinopolis'i hem imparatorluğun, hem de Hıristiyan dünyasının merkezi olarak bütün dünyaya ilan etmektedir. Aynı işlevi kentin İslam döneminde de sürdürmüştür. Camiye dönüştürülmesi fethin en önemli sembolü hâline gelen Ayasofya; İstanbul, İslam dünyası ve onu yöneten Osmanlı İmparatorluğu'nun da merkezidir. Tekrarlanamaz ve aşılamaz olan bu yapı, bu gerçeğin tanrısal bir irade aracılığıyla tescilidir. Gerçekten de Ayasofya hem Bizans kaynaklarında, hem de Osmanlı kaynaklarında "tanrısal irade"nin tecellisi olarak algılanır.

Bugünkü Ayasofya'nın özgün planında bulunan atrium günümüze ulaşmamıştır. Çapraz tonoz örtülü dokuz birimli dış narteksten beş kapı ile daha yüksek olan iç nartekse geçilir. Bu bölümün tonozları geometrik motifli mozaiklerle, duvarları ise renkli taş levhalarla kaplıdır. İç narteksin kuzeyinden rampalarla galeri bölümüne çıkılır. Güneyindeki yan kapı ise "Horologion Kapısı" olarak adlandırılan ve özel törenlerde imparatorun geçişine ayrılan kapıdır. Naosa açılan kapılardan üç tanesi imparator kapılarıdır. Kilisenin ana mekânı paye ve sütunlarla üç nefe ayrılır. Doğu kısmı, ucu dışarı taşkın ve üstü yarım kubbe ile örtülü bir apsisle sonlanır. Orta nefin ortasında ise ağırlığı dört payeye oturan ve pandantiflerle geçilen 31 m çapında büyük bir kubbe yeralır. Bu ana kubbenin oluşturduğu baskı doğubatı ekseni üzerine yapılan iki yarım kubbeyle hafifletilmiştir. Kubbenin kuzey ve güneyde oluşturduğu baskı ise zamanla yapıya eklenen payandalarla karşılanır. Ana mekân timpanum ve kubbe pencerelerinden ışık alır. Bütün duvarlar damarlı mermer ve taş levhalarla kaplıdır. Sütunlar Efes Artemis Tapınağı gibi birçok pagan tapınağından getirtilmiştir. Sütun başlıkları erken dönem özelliği olarak ajur tekniğinde süslemelere sahiptir.

Rampalarla ulaşılan üst galeriler, narteks ve yan nefler üzerinde uzanır. Güneyinde kare planlı vaftizhane, kuzeydoğu köşesinde hazine binası olduğu düşünülen yuvarlak planlı bir yapı vardır.

Ayasofya'da bugün görülen ve Bizans sanatının en nadide örnekleri arasında sayılan mozaikler İkonoklazma Dönemi sonrasına aittir. İmparator kapısı üstünde Pantokrator İsa önünde secde eden VI. Leon sahnesi, Horologion Kapısı üzerinde Meryem'in kucağındaki çocuk İsa'ya maket olarak şehri takdim eden İmparator Konstantin ile Ayasofya’nın maketini sunan Iustinianos tasviri yeralır. Apsis yarım kubbesinde Meryem ile Çocuk İsa sahnesi; güney galeride ise Deisis sahnesinin yanısıra İsa'ya adak sunan IX. Konstantinos Monomakhos ile eşi Zoe ve Meryem'e adak sunan II. Ioannes Komnenos ile eşi Eirene görülür. Iustinianos döneminden yalnızca yaldızlı yüzeyler günümüze ulaşabilmiştir.

Yapıldığı tarihten itibaren çeşitli depremlerden zarar gören yapıya hem Doğu Roma hem de Osmanlı Döneminde destek amacıyla payandalar eklenmiştir. Yapıyı desteklemek için inşa ettiği payandalarla Ayasofya’nın günümüzü ulaşmasında çok önemli katkıları olan Mimar Sinan’ın yaptığı minareler de aynı zamanda yapıda destekleyici payanda işlevi görür.

Minber ve müezzin mahfili 16. yüzyıl Osmanlı sanatının önemli örneklerindendir. I.Mahmut döneminde yapıya çok sayıda ek yapılır. Bunların içinde en önemlisi güneydeki iki payandanın arasına başlı başına bir yapı olarak eklenmiş olan kütüphanedir. Kütüphane, barok üslupta üst düzey bir işçiliğe sahip olan tunç şebekelerle cami hariminden ayrılmaktadır.

Ayasofya'da Sultan Abdülmecid döneminde Gaspare T. Fossati tarafından çok büyük bir onarım gerçekleştirilmiş, camiye çevrildikten sonra üstü kapatılan mozaikler yeniden ortaya çıkarılmıştır. Fossati ayrıca avluya bir muvakkithane inşa eder.

Kaynak: Semavi Eyice; “Ayasofya”, C.1, İstanbul, 1984.

Semavi Eyice; "Ayasofya", Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.1, İstanbul, 1994, s. 446–457.

Hafız Hüseyin Ayvansarâyi; Hadikatu'l-Cevami (Haz. A. Nezih Galitekin), İstanbul, 2001, s. 42–45.

Prof. Dr. Engin Akyürek; “Ayasofya” (W. Eugene Kleinbauer, Antony White, Henry Matthews), Önsöz

Yerebatan Sarnıcı

Tarihinde en çok kuşatma görmüş kentlerin başında yeralan İstanbul’da olası bir kuşatma anında su ihtiyacını karşılayabilmek üzere çok sayıda sarnıç inşa edilmiştir. Yerebatan Sarnıcı ise Nova Roma yani Yeni Roma iddiasına yaraşır bir şekilde nüfusun su ihtiyacını karşılamak üzere 6.yy.da I. İustinianos tarafından yaptırılan bir mühendislik harikasıdır. 52 basamaklı taş bir merdivenle inilen sarnıç 140 m x 70 m ölçülerinde bir dikdörtgen şeklindedir. Tuğladan örülmüş duvarları ve tuğla döşeli zemini Horasan harcından kalın bir tabakayla sıvanarak su geçirmez hâle getirilmiş olan sarnıç yaklaşık 100 bin ton su depolama kapasitesine sahiptir. Yapıyı, daha eski yapılardan devşirilen 336 adet sütun ayakta tutar. Sarnıcın tavan ağırlığı tuğlalardan örülmüş çapraz tonozlar ve kemerler vasıtasıyla bu sütunlara aktarılmaktadır.

Sütun kaidesi olarak kullanılan iki Medusa başı Roma Çağı heykel sanatının en güzel örnekleri arasında yeralır. Yeraltında gizemli bir sütun ormanını andıran ve özel aydınlatmalarla gizemli havası daha da güçlenen Yerebatan Sarnıcı, James Bond serisinden “From Russia with Love” gibi birçok film ve bilgisayar oyununun (Assassin's Creed: Revelations) yanısıra Dan Brown’un bestseller romanı İnferno’ya da konu olmuştur.



E-Bülten Kayıt

Okulumuz hakkındaki yeniliklerden haberdar olmak için e-posta adresinizi bırakın.

Onay vermeden bu işlemi gerçekleştiremezsiniz
Kapadokya Üniversitesi veri sorumlusu sıfatıyla, verdiğiniz kişisel verilerin gizliliğini 6698 sayılı Kişisel Verilerin Korunması Kanununa (KVKK) uygun olarak ve büyük bir hassasiyetle koruyacaktır. Kişisel verileriniz, KVKK’ya uygun olarak işlenecek, sizleri Kapadokya Üniversitesi hakkındaki gelişmelerden e-posta veya telefon yoluyla haberdar etmek için kullanılacaktır. Detaylı bilgi için tıklayınız